20 Eylül 2013 Cuma

Beyaz bir güvercin ile fil..

Gerçek adı Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon, meksikalı sosyalist, feminist, biseksüel ve sıradışı ressam..Popüler kültür ikonu..


Hayatı 19 yaşında geçirdiği trafik kazasıyla değişir; 30’dan fazla ameliyat ve uzun tedavi sürecinden sonra, acılarından uzaklaşabilmek için resime başlar. 140’dan fazla eseri arasında 55’i hasta yatağının tavanındaki aynaya bakarak yaptığı otoportre çalışmalarıdır. Otoportreleri o kadar başarılıdır ki, Picasso bile Frida gibi yüz resimleri çizemediğini dile getirir.




Sonra acılar içinde geçen hayat gerçek acıyla karşılaşır, aşk kapıdadır. Ünlü meksikalı devrimci ressam Diego’yla tanışıp evlenir. Evlendiklerinde Frida 22, Diego 43 yaşındadır. Geçirdiği kaza sonrasında leğen kemiği de kırıldığı için bir çok kez hamile kalsa da çocuk sahibi olamamış ve bu Frida’yı çok üzmüştür. Diego’nun sadakatsizlikleri sonrasında evlilikleri bitse de aşkları devam eder. "hayatta basıma iki korkunc kaza geldi, biri gecirdigim otobus kazası, digeri de diego"... diyerek anlatir Diego’ya olan hislerini.. Yazdığı aşk mektubunda; “.....Bütün dünyanın cinsiyetine giriyorum, sıcaklığı beni yakıyor ve vücudum yapraklarının tazeliğine dolanıyor. Yaprakların buğusu yepyeni bir sevgilinin teri gibi. Aşk, şefkat ya da ilgi değil bu, hayatın ta kendisi, benim hayatım, senin ellerinde, göğüslerinde ve ayında gördüğüm, bulduğum şey. Ağzımda senin dudaklarından kalan badem tadı var. Dünyalarımız hiç dışarı çıkmadı. Bir dağın içini ancak başka bir dağ bilebilir....” der. Gerçekten de öyle değil midir, bir dağın içini ancak başka bir dağ bilmez mi?

Yine bir ayrılık sonrası Frida günlüğüne şöyle yazar:

Başlangıç Diego
Yapıcı Diego
Çocuğum Diego
Ressam Diego
Babam Diego
Oğlum Diego
Sevgilim Diego
Kocam Diego
Dostum Diego
Anam Diego
Ben Diego
Evren Diego


Ama sonunda o da vazgeçer..bu vazgeçişi şöyle dile getirir.




sevmekten ne zaman vazgectim?
kotu gunumde yanimda olmadigin zaman vazgectim.
canin sikildiginda benimle paylasmadigini, kirilacak veya tedirgin olacak olsam bile dusuncelerini acikca soylemedigini anladigim zaman vazgectim.
bana yalan soyledigini anladigim zaman vazgectim.
gozlerime baktiginda kalbinle bakmadigini ve bana hala soylemedigin seyler oldugunu hissettigimde vazgectim.
her sabah benimle uyanmak istemedigini, gelecegimizin hicbir yere gitmedigini anladigim zaman vazgectim.
dusuncelerime ve degerlerime deger vermedigin icin vazgectim.
agrilarimi dindirecek sicak sevgiyi bana vermediginde vazgectim.
sadece kendi mutlulugunu ve gelecegini dusunerek beni hice saydigin icin vazgectim.
tablolarimda artik kendimi mutlu cizemedigim ve tek neden sen oldugun icin vazgectim.
bencil oldugun icin vazgectim!!
bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem icin yeterli degildi, cunku sevgim yuceydi.
ama hepsini dusundugumde senin benden coktan vazgectigini anladim.
bu yüzden ben de senden vazgectim.




15 Ağustos 2013 Perşembe

AĞRI

o günden sonra kuracak güzel bir cümlem olmadı hiç dünya için.
rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli.
kıvrılıp giden dalgın bir yol,
yolda eski bir taş,
limanda bağlı bir tekne,
yosunlu bir halat gibi durdum.
uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.
ben kıyıda ıssız bir ev,
ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,
iskelede bir lastik,
az ilerde turuncu bir şamandıra,
içimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.
bir siyah beyaz kare içinde,
hepsi hepsi bir hatıra işte bıraktın, unuttum, unutuldum.

seni kırdığım yerden beni de kırdılar, ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni

B.Keskin

1 Ağustos 2013 Perşembe

BİR GÜN TEK BAŞINA

Vedat Türkali bu romanı 1974 yılında yazmıştı ve 30 yaşındaki genç yazarın ilk romanıydı.

1960'larda İstanbul'da geçen hikayede siyaset, aşk, evlilik, kişisel sorgulamalar, ikilemler ve çarpıcı analizler var. Vedat Türkali okuyanlar bilir, yazarın dili çok akıcıdır, öyle bir anlatır ki hikayeyi , kendinizi film setinde hissedersiniz; kitaptaki her karakter, bir yerden tanıdık gelir size.

                                         
Bu hikayede aşk ana başlığında 27 mayıs öncesi ve sonrası anlatılır, evlilik sorgulanır, seçimler ve tercihler mutsuz eder, anlaşılır.

40'larındaki eski solcu Kenan ile 23 yaşındaki üniversiteli devrimci Günsel'in aşkı öyle gerçektir ki; üzülürsünüz, sevinirsiniz, kızarsınız, karışırsınız.. An gelir, kendinizi “küçük burjuva”dan görür, utanırsınız.

Vedat Türkali, verdiği roportajda Kenan'ı sevmediğini, Günsel gibi birini bulsaydı ise, ilk kendisinin aşık olacağını söyler. Bense Kenan'ı da anlamış ve sevmiştim. Evet, Günsel kadar cesur olamadı belki ama bedelini fazlasıyla ödememiş miydi?

Film olacağını okumuştum, senaryo çalışmaları bitti mi bilmem ama keşke olmasaydı; benim kafamdaki Kenan ve Günsel, senin hayalindekine benzemeseydi.
Kitap uyarlamaları, kitabın kendisi kadar etkileyici olamıyor malesef. Sanırım romanda okuyucu olarak kendimizi bir yerlere kolayca yerleştiriyoruz da; beyaz perdede hikayenin dışında kalıyoruz. Ama tabi ki film olunca izlemez miyiz... izleriz seve seve.

Sonu ile beni ağlatan bu kült romanı, herkese öneririm. Pişman olmazsınız.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Masal bu ya, oldu ya..





2 gün önce Cambridge düşesi Kate, bir erkek bebek dünyaya getirdi ve başta İngiltere olmak üzere tüm dünya heyecanla karşıladı bu durumu.








21.yy’da ne garip ve ne imrenilesi bir masaldır bu değil mi? Bir yanda savaş, açlık, politik oyunlar; diğer tarafta bir peri masalı..

Bu masal aslında Lady Diana ile başlamıştı, yani asıl kahraman Oydu ama masal, kitaplardaki gibi mutlu sonla bitmemisti. Kate’inki ise sanki bu masalın devamı niteliğinde..





Lady Diana, Prens Charles’ı sevdi ama Charles hep bir başkasına aşıktı. 1981’de evlendiler, 1992’de boşandılar. Boşanma sonrası, Diana’ya verilen “Galler prensesi” ünvanı geri alındı, ama O kendisinin de olmak istediği gibi artık “kalplerin kraliçesi”, tüm dünyada milyonların prensesi olmuştu. 1997’deki trafik kazasında ölümü bile bu durumu değiştirmedi.

Diana’yı anlatan film Eylül 2013’te vizyona girecek. Naomi Watts’ın Diana’yı canlandırdığı filmde, Lady Diana’ya çok benzediğini de belirtmek isterim.






16 Temmuz 2013 Salı

"Little Miss Sunshine" Günleri..

Bazı günler “little miss sunshine” günlerim benim.. 
Filmi izleyenler hemen anımsayacak  istediğini yapmak için hayata bağlı, kendiyle barışık küçük kızı.. hani kaybetmekten, başarısızlıktan korkan ama bir o kadar da cesur olan..
  

İçimizdeki o küçük kız galiba hiç büyümüyor.
Hani bazen kulaklıkları takıp, etrafında olan bitenden habersiz  uzun bir yolculuğa çıkmak istiyorsun ya işte o günlere ben “little miss sunshine” günleri diyorum. İstiyorum ki üzüm bağlarının yanından kulağımda “My man's got a heart like a rock cast in the sea.....”  calarken geçip gideyim. Gidilmiyor.
İzlemediyseniz izleyin, izlediyseniz içinizdeki kayıp küçük kızı bulun, bir de asıl kaybedenler denemeyenlermiş ya, siz deneyin..ne olursa olsun, olsun veya olmasın deneyin. En fazla bir yol hikayesi daha eklersiniz yaşama..

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Sienna Miller Olmak çok mu zordur?

1981 NY doğumlu, ilgiliz aktris benim için tam bir stil ikonu.. Bir diğeri de son günlerde vücudu için dublor kullandığı haberleriyle gündeme gelen ingiliz model Kate Moss..yaş alsa da dublor kullanmasına gerek yok bence, o her zaman farklı, güzel ve stil sahibi..





Stil ikonu olabilmek için, kişi önce kendisini çok iyi tanımalı. “Benim stilim bu”, ben kısa boyluyum ama bol-bilekten bağlı pantolonları, tulumları çok seviyorum demek ayrı, giymek ayrı..


Moda dediğimizde kafalar biraz daha karışıyor. Evet, hepimiz bir anda neon renkleri beğeniyor veya aniden dantel tercih etmeye başlıyoruz kıyafetlerimizde ama asıl önemli olan moda olmadan kendi tarzımızı keşfedilmekte galiba, yani mesela basit beyaz bir t-shirt’ün altına yırtmaçlı seksapelitesi yüksek o deri eteği giyebilmekte.... 

Sienna Miller ‘a bakınca, sadece güzel değil, hem modayı takip ediyor, hem kendi stili var, farklı olmak adına da yapmıyor belli. “İkon” olabilmek için, ülkemizde kimlerin nasıl giyindiğini görüyoruz.






Sienna Miller’inki yarı bohem bir şıklık... Saçlar açık veya sıradan bir at kuyruğu, bazen de örgü..Özgürlük ruhundan kıyafetlere de yansımış gibi duruyor değil mi?




Stiliniz olsun, fark yaratmak güzeldir..nişantaşı kızı, tünel kızı veya cadde kızı olmayın derim ben..

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Coco..






-İstediğiniz biriyle akşam yemeği yeme şansınız olsaydı, bu kim olurdu?

Bir eğitimde sorulmuştu bu soru. Benim cevabım Chanel’di. Coco Chanel. Çünkü, hem 20. yy Avrupa’sının içinde olmak hem de yetenekli ve cesur bu kadını tanımayı çok isterdim.

Evet ilk pantolonu Coco giydirdi kadına, Avrupalı kadını bronzlukla O tanıştırdı. Sade şıklığı dünyaya O tanıttı. “Little black dress” denildiğinde akla Coco geldi. Maskülen kadınların da çekici olabileceğini, kadını güzel yapanın makyaj ya da korse değil özgüven olduğunu bizzat kendisi gösterdi.

1883 doğumlu, asıl adı Gabrielle Bonheur Chanel olan fransız modacının özel hayatı da , tasarımları kadar ilgi çekiciydi aslında. Her ne kadar asla evlenmeyeceğini ve aşkı anlayamadığını söylese de, aşık olduğu adam için ikinci kadın olmayı göze almıştı O.

 

 

Coco kamelyalara düşkündü. Fransız sosyetesinde evlilik dışı ilişki yaşayanlar için gizli bir parolaydı kamelya. Yakalarına kamelya takarak, çevrelerini yaşadıkları ilişkiden haberdar ediyorlardı kadınlar. Chanel de tasarımlarında kamelyayı bol bol kullandı.










Coco aşık, Coco metres, Coco yalnızdı.

Yalnız öldü 1971’de 30 yıldır yaşadığı Paris Ritz’deki odasında..

 “Bu kadar ünüm ve servetim olacağına keşke bir kocam olsaydı" demişti. Oysa; onun yaşadığı aşkı, tutkuyu yaşamak isteyen kimbilir kaç evli kadın vardı etrafında.


 

26 Haziran 2013 Çarşamba

GIRLS




Nisan 2012’de Amerikan Televizyon kanalında yayınlanmaya başlayan ve Komedi dalında (bence komedi-drama olmalı) 2013 Altın küre ödüllü bu diziyle, sıkılıp sıkılıp uçmak istediğim bir zamanda dost tavsiyesi ile tanıştım.
Dizi, önce eğlenceli  sonra gerçek geldi. Yani tüm bunları yaşamak için NY’da olmanıza gerek yoktu. Tamam belki İstanbul’da bazıları imkansız gibi gelebilir ama bence  anlatılmayan ve yaşanan çok şey var etrafımızda.
Hepimiz özgür olmak istediğimizden bahsediyoruz, ama çıplak kalmaktan korkuyoruz. Hem duygularımızı hem bedenimizi saklıyoruz. Hep sığınacak liman arıyoruz, ama en çok da açık denizlerde olanlara imreniyoruz. Bu kızlar ise ne istiyorlarsa onu yaşıyorlar, üzülseler de yaptıklarının arkasında duruyorlar.
Evet sevgili kızlar; kısaca bu dizi, hayatı yolunda gitmeyenlerin dizisi..
Sevişin ,ağlayın, terk edin, terk edilin, geri dönün, güzel olun, çirkin olun, özleyin ama her halinizi sevin!  Bırakın başkaları sevmesin!

21 Haziran 2013 Cuma

siz aşktan n'anlarsınız bayım!





"...
çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
alt katında uyumayı bir ranzanın
üst katında çocukluğum...
kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!

Allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
havı dökülmüş yerlerine yüzümün
büyük bir aşk yamadım
hayır
yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım...
saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
aşk diyorsunuz ya
ben istemenin Allahını bilirim bayım!

çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
balkona yorgun çamaşırlar asmayı
ki uçlarından çile damlardı.
güneşte nane kurutmayı
ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
insan kaybolmayı ister mi?
ben işte istedim bayım.
uzaklara gittim
uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!

süt içtim acım hafiflesin diye
çikolata yedim bir köşeye çekilip
zehrimi alsın diye
sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
ilahiler öğrendim.
siz zehir nedir bilmezsiniz
zehir aşkı bilir oysa bayım!

ben işte miraç gecelerinde
bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
bir şiir aradım.
geçen üç yıl boyunca
yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
ülkem olmayan ülkemi
kayboluşumu aradım.
bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
bir ters bir yüz kazaklar ördüm
haroşa bir hayat bırakmak için.
bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

kimi gün öylesine yalnızdım
derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
annem
ki beyaz bir kadındır.
ölüsünü şiirle yıkadım.
bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
acının ortasında acısız olmayı,
kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
aşk diyorsunuz ya,
işte orda durun bayım
islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
kendimin ucunda
öyle ıslak,
öyle kötü kokan,
yırtık ve perişan.

siz aşkı ne bilirsiniz bayım
aşkı aşk bilir yalnız!
..."


Didem Madak

10 Haziran 2013 Pazartesi

Mickey'm olmadan asla ^.^

1928'de Walt Disney tarafindan, Walt Disney studyolarinda yaratilan bu cizgi karakter beyaz eldivenleri, kirmizi sortu ve buyuk sari ayakkabilariyla en unlu fare oldu.

Sonra da benim gibi milyonlarca insanin kalbini fethetti. Benim icin mickey baskili bir tshirt veya ayakkabinin modasi gecmez.

Unutmadan ekleyim bu sezon superga'nin mickey-minnie' li modelleri super! Mickey hayatin icinde hep bizimle...

                                                                Bazen hayal...





Bazen gercek...





4 Haziran 2013 Salı

and now...ladies and gentlemen




2002'de vizyona giren bu fransiz filmi, gecmise veda etmekle, aska merhaba demek arasinda yasananlari Patricia Kaas' in huzur veren sesi ve Jeremy Irons' in cekiciligiyle anlatir.
Her ne kadar IMDB'de dusuk bir puan almis olsa da benim icin iz birakan filmlerdendir.

Patricia Kaas' in 16 Haziran Istanbul konseri oncesi izlemenizi oneririm.

"Ask"i animsamak ve gecmisten uzaklasmak bence hepimize iyi gelecektir.






28 Mayıs 2013 Salı

hosgeldikkk


Blog fikri uzun suredir aklimdaydi, umarim guzel paylasimlarimiz olur burada...ben acilis icin birsen tezer i sectim..guzel istanbul ve yorgun bizler icin gelsin.

Ee hosgeldik o zaman ^.^

birsen tezer soyluyor..